İntihar eden Deniz Yarbay Ali Tatar’ın ağabeyi Ahmet Tatar, Aykut Küçükkaya’ya açıkladı:
“Kardeşim bir hukuk cinayetine kurban gitmiştir!”
Nedir bu hukuk cinayeti?
Emniyet Genel Müdürlüğü İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü’nün 7 Ocak 2010 tarihli raporu.
Bu raporda, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit’e, eski komutan emekli Oramiral Metin Ataç’a suikast notundaki yazının el ürünü olmadığı saptanıyor.
Yarbay Tatar Alevi kökenliydi… İkinci kez gözaltına alınacağını öğrenince bunu içine sindiremedi… Beylik tabancasıyla intihar etti.
Geriye acılı bir eş ve kızı kaldı…
Tatar’ın eşi Nilüfer Tatar, soruşturmayı yürütenlere şöyle seslenmişti:
“Siz kimin adamısınız? ABD’nin mi, Fethullah’ın mı? Alevi subaylar üzerine oynuyorlar. Kocamı harcadınız… Ellerinde hiçbir belge yok. İkinci kez gözaltına almaya geldiler. Yaktınız bizi, yaktınız…”
İki gündür Nilüfer Tatar ve ağabey Ali Tatar’ın çığlığını duyuyorum, yüzlerini hiç görmediğim halde. Ağabey Ali Tatar’la bir kez telefonla konuşmuştum.
Ali Tatar, Aykut Küçükkaya’ya “Bu bir hukuk cinayetidir” deyip ekliyordu:
“Soruşturmayı yürüten savcıya dava açmak için ek klasörlerin çıkmasını bekliyorduk.”
Ortada bir ihbar mektubu vardı o kadar!
Mektupta, Yarbay Tatar’ın silahlı terör örgütüne üye olduğu, ayrıca muvazzaf teğmenlere ve askeri öğrencilere uyuşturucu satışına göz yumduğu öne sürülüyordu.
Sonra ne oldu?
Hiçbir kanıt bulunamadı…
Bir insanın yaşamı var ortada… Bir acı ve gözyaşı… O yaşamına beylik silahıyla son veren onurlu bir deniz subayı…
***
Türkiye’nin son üç yılına dönüp baktığımda, olup bitenleri kimi zaman kaygıyla kimi zaman “olmaz böyle bir şey” diye izliyorum.
12 Mart’ı, 12 Eylül’ü yaşadım…
Türkiye bırakın 12 Mart’ı, eğer 12 Eylül’le hesaplaşsaydı bugün Yarbay Tatar yaşıyor olacaktı…
Balyoz soruşturmasında gözaltına alınan eski Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek, eski Birinci Ordu Komutanı Ergin Saygun gün boyu sorgulandıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere özgür bırakılmışlardı.
Sanırım, salıverilmelerinin gerekçesi şuydu:
“Oturdukları yer belli… Kanıtları karartma ve kaçma olasılıkları yok!”
Şimdi birilerini kızdıracağımı bilsem de şu soruyu yönelteceğim:
Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Hikmet Çiçek, Prof. Dr. Mehmet Haberal, Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, kimi emekli, kimi muvazzaf tuğ, tüm, kor komutanların, albayların, vb. kanıtları karartma ve kaçma olasılıkları var mıydı?
Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in işi, evi yok muydu?
Neden tutuklandı Cihaner söyler misiniz?
Cihaner, İsmailağa cemaatine ilişkin soruşturmayı yapmasaydı başına bunlar gelir miydi?
Balbay, günlüklerinden ötürü bir yıla yakın süredir Silivri’de yatarken, “darbe günlükleri”ni yazanlar nasıl oluyor da özgür kalabiliyorlar, biri bana gelip anlatsın!
Merak bu ya!
Çankaya’da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün başkanlığındaki “kriz zirvesi”ne Başbakan Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Başbuğ, ellerinde çantayla gelmedi mi?
Peki o zirvede üç saat boyunca neler konuşuldu?
Merak bu ya!
Eski Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, Balyoz operasyonundan bir gün önce Milliyet’ten Fikret Bila’ya “27 Nisan’da e-muhtıra vermedim, kaygılarımı yazdım” diye neden açıklama yapma gereksinimini duydu?
***
Türkiye demokratikleşecek ve özgürleşecek mutlaka!
Önce 12 Eylül faşist darbecileriyle hesaplaşılacak, Seçim Yasası ve Partiler Yasası er geç değişecek, özgürlükçü bir sivil anayasa mutlaka yapılacak.
Artık darbeler dönemi bitmiştir…
Sivil-asker, yargı-üniversite, gazeteci-aydın, emekçi-işveren herkes bunu bilmelidir!
Sancılı yıllar yaşıyoruz… Merak etmeyin geçer…