Şiddeti azalsa, yaralar kabuk bağlasa da adalet yerini bulmadan acılar sürüp gidiyor. Göçüp giden de geride kalan da huzur bulmuyor. Yarbay Ali Tatar’ın Hak’ka yürüyüşünün 12. yılında hukuk ve adalet beklentimiz devam ediyor.
12 yıl geçmesine rağmen hâlâ onu tutamayışımızı, isyanının önüne bent olamayışımızı sorguluyoruz. O güne ilişkin her an yeni bir şey hatırlayıp “keşke” demekten kendimizi alamıyoruz. Elimizden sadece onun anısını yaşatmak ve mücadelesini diri tutmak gelebildi. Onun isyanını, hukuk ve adalet arayan binlerce masum insanın çığlığına, ışığını uygarlık ışığına katmaya, mücadelesini büyütmeye çalıştık.
Her ne kadar zamanı geri çevirmek mümkün olmasa da yaşadıklarımızın önlenebilir olduğunu, başka türlü yaşanabileceğini bugün daha iyi görebiliyoruz.
Zira Yarbay Ali Tatar bir ordu mensubu olarak devletin hizmetinde ve denetiminde olan biriydi. Sonuçta bütün vatandaşlar gibi soruşturmaya uğraması, yargılanması normal bir durumdu.
GÜVEN TÜKETİLDİ
Ancak ülkede medya desteği ile tam bir korku iklimi yaratılmış, adeta “sürek avı” başlatılmıştı. Açıkça Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bir kısmı üzerinde öyle bir “düşman hukuku” uygulanmaya başlanmıştı ki Ali’nin sorguya çağrılmasından son derece kaygı ve endişeye kapılmıştık. Nitekim bu endişelerimizin boş olmadığını içi boş tutuklama kararı ile öğrendik.
Biz ortada görünen, bilinen bir suç olmadığını, gerçeğin kısa sürede anlaşılacağını umut ederken yaşananlar büyük bir kumpasla karşı karşıya olduğumuzu gösterdi.
Memleketin adalet ve Emniyet mekanizması neredeyse tamamen Fethullahçı çetenin kontrolüne verilmiş, ordunun içindeki işbirlikçiler harekete geçirilmiş, medyada sırf bu kumpasları domine etmek üzere özel gazeteler ve TV kanalları oluşturulmuş, bunların başına ordudan ve Atatürk Cumhuriyetinden nefreti ile tanınan tetikçiler yerleştirilmişti.
Bununla yetinmeyen Fethullahçı çete diğer kamu kurumlarındaki militanlarını da bu kumpasları desteklemek üzere seferber etmişti. Adli Tıp’tan TÜBİTAK’a, iletişim birimlerine kadar birçok saygın kamu kurumu komplonun birer aktörü haline getirilmişti.
Bütün bunlar siyasi iktidarın desteği olmadan elbette gerçekleşemezdi. Siyasi iktidar devletin bütün imkânlarını Fethullahçı çetenin emrine sunmuştu. Devletten “ne istedilerse” almaya, kullanmaya başlamışlardı.
Yaratılan bu hukuksuz ortamda ne bizim ne de bizim yaşadıklarımızın benzerini yaşayan binlerce insanın, polise, savcılara, mahkemelere karşı güveni kalmamıştı.
NE YAPILIYOR?
Ordu medyada neredeyse bütün kötülüklerin başı olarak gösteriliyordu. Oysa bunlar devleti ayakta tutan ve en güvenilir olması gereken kurumlardı. Kime kimi şikâyet edip kimden bu hukuksuzluğa karşı yardım talep edeceğimizi bilemez hale gelmiştik.
İşte böyle bir iklimde Yarbay Ali Tatar, “Bir daha o deliğe dönmem”, “Bu hukuksuzlukla yaşayamam” diye isyan etmiş, elimizden kayıp gitmişti.
Biz ona engel olamadık. Önünde durmayı başaramadık. Kendimizi dönüp dönüp sorgulamamız bundandır.
Sadece biz değil, birbirinden farklıymış gibi görünen ama aslında hepsi büyük bir kumpasın parçaları olan, davalarda yargılanıp, yakınlarını kaybeden, yaşamları altüst olan binlerce masum insan da öncelikle kendilerini sorguluyor.
Fakat bunca zaman geçmişken, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz hain darbe girişimi yaşanmışken, devlete yerleşmiş olan Fethullahçı çetenin gerçek yüzü açığa çıkmış ve yargı eliyle zulme uğrayan onca insanın masumiyetleri tescil edilmişken devletin ne yaptığına da bakıyoruz.
SÖZ BİTTİ Mİ?
Devlet, vatandaşı olarak bizlere sağlamak zorunda olduğu hukuku, adaleti maalesef sağlayamamış, yaşananlar karşısında göstermesi gereken refleksi gösterememiştir. Bunun nedenini içerden felç edilmesi ile açıklayabiliriz.
Ancak yaşanan bunca hukuksuzluğun yarattığı mağduriyeti ortadan kaldırmamasını, adaleti sağlayamamasını; bırakın tüm bunları, gadre uğrayan bunca vatandaşının gönlünü almayışını neyle açıklayacağız?
Devletin, devleti idare edenlerin, daha dün andığımız Necip Hablemitoğlu’nun, Yarbay Ali Tatar’ın, Murat Özenalp’in, Cem Çakmak’ın ve daha binlerce acı çekmiş masum insanın ailelerine söyleyecek bir çift sözü yok mudur?
19 Aralık 2021