Unutmak ve hatırlamak insanların en önemli savunma güdülerindendir. Bazen unutarak yaşamın bize yaşattığı acıların ızdırabını hafifletir; bazen hatırlayarak hatalarımızdan uzaklaşır, hatalarımızı tekrar etmeyiz.
Hatırlamak öğrenmek anlamına da geldiğinden özellikle yaşamımızda öne çıkar. Bu yanımızı geliştirmeye çalışır, edindiğimiz deneyimleri belleğimizde saklarız.
Yaşadıklarını hatırlayan, bellekleri güçlü olan insanlar, topluluklar daha iyi bir gelecek, daha iyi bir dünya kurgulamada son derece başarılı olurken sistematik olarak bellek oluşturamayanların karşılaştıkları olaylara karşı hazırlıksız oldukları ve aynı şeyleri tekrar yaşamak durumunda kaldıkları görülür. Yani gelişmenin anahtarını hatırlamak ve bellek sahibi olmak adlandırabiliriz.
Ülkemiz 2007 yılından itibaren koyu karanlık bir bulutun içine girdi. Uzun yıllardır çeşitli güçlerce himaye edilen, örgütlenen bir çete devletin hayati tüm kurumlarını zehirli bir sarmaşık gibi sardı. Siyasi iktidardan her türlü desteği devşirerek; kendinden olmayan herkesi ya kendine katılma ya da düşman olma tercihine zorladı. Amaçların erişmede engel olacağını düşündüğü bütün kişi ve grupları meşru hedef kabul etti. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ideallerine bağlı, laik, demokratik ve evrensel hukuk ilkelerini kabul eden her yurttaş haksızlıklarla, hukuksuzluklarla karşı karşıya kaldı. Bunlara boyun eğmeyenler ya işinden gücünden, ya özgürlüğünden ya da canından oldu.
Yaşanan tehlikeli ve belki de kaçınılmaz bir karşılaşmaydı. Bu karşılaşmada çete ele geçirdiği devlet gücünü en acımasız şekilde kullandı. Ancak gerçek yüzleri ortaya çıkmaya başladıkça güç kaybettiler. Kendilerini en güçlü hissettikleri zamandaki kanlı kalkışmaları da sonlarını getirdi.
Tüm bunlar yaşanırken ülkemiz çok şey kaybetti. Hukuka dolayısıyla devlete olan güven çok yıprandı. Siyaseti, ekonomisi, eğitimi ve toplumsal barışı çok gerilere savruldu. Ülke kendisine batı standartlarında çağdaş uygarlık gibi bir hedef seçmişken bu hedefin çok uzağında kaldı. Çok zaman kaybetti. Bu kayıplar hala devam ediyor. Hala nerede duracağını kestiremediğimiz bir kötü gidişin içindeyiz.
Umudumuz elbette ki devam ediyor. Bu kötü gidişin mutlaka bir yerden döneceğini biliyoruz. Ancak ortada büyük bir yıkımın olduğunu ve bu yıkımın enkazının kolay temizlenemeyeceğini, en önemlisi de kaybedilen zamanın telafisi olmadığını da görüyoruz.
Her şeye rağmen yeniden ayağa kalkmanın, vagonları tekrar raylara oturtmanın bir yolunu bulmak ve yaşadıklarımızı bütün yönleri ile belleğimize kaydetmek zorundayız.
Ülkemiz iki binli yılların başlarında büyük bir haksızlık ve hukuksuzluk süreci yaşadı. Fetullahçı çete siyasi iktidarın da desteğini arkasına alarak devletin bütün kurumlarını ele geçirip ülkemizi büyük bir kötülük yaşattı.
Biz bu kötülükten en fazla pay alanlarız. Çoğumuz işimizi gücümüzü, çok sevdiğimiz mesleğimizi kaybettik. Çoğumuzun evi ocağı ailesi dağıldı. Analarımız babalarımız ahir ömürlerinde hak etmedikleri acılarla, hayal kırıklıkları ve ayrılık hasretliklerle tanıştılar. Bu kötülükle mücadelede yeri doldurulamaz canlarımızı yitirdik.
Fakat Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlık geleceğine ve Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerine olan inancımızı asla kaybetmedik. Bu inancımızla FETÖ kumpaslarına karşı her koşulda mücadeleden vazgeçmedik. Bizleri asla kandıramadılar ve asla teslim alamadılar. Gücümüzü daima haklılığımızdan aldık. Daima ülkemizin çıkarlarını ve hukukun hakimiyetin savunduk.
Geleceğe güvenle bakıyoruz. Bizler çağdaş uygarlık mücadelesinden vazgeçmedikçe Türkiye Cumhuriyeti bütün krizleri aşacak, bütün kötülüklerle başa çıkacak ve Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “İlelebet payidar kalacaktır”.
04 Ağustos 2022