7 Ağustos 2006 tarihinde mühendis Hüseyin Başbilen Ankara Pursaklar’da arabasının içinde ölü bulundu. Otopsi raporuna göre intihar etmişti. Mühendis Âlim Ünsem Ünal 16 Ocak 2007’de Ankara Gölbaşı’nda ölü bulundu, bu ölüm de kayıtlara intihar olarak geçti. On gün sonra, 26 Ocak 2007’de elektrik mühendisi Evrim Yançeken altıncı kattaki evinin penceresinden aşağı atlayarak intihar etti.
Her üç mühendisin de ortak bir noktası vardı, üçü de savunma sanayinde çalışmakta ve kimi projelerde önemli görevler almaktaydılar. Üç ölüm de çok konuşuldu, hatta CHP’nin verdiği soru önergesiyle meclis gündemine dahi getirildi, fakat dosyalar “intihar” denilerek kapatıldı.
Ardı ardına gelen bu “mühendis intihar”larından sonra, yeni bir “intihar dalgası” ile bu sefer de devletin kolluk güçleri arasında karşılaşıldı.
2 Mayıs 2007’de Özden Örnek ve darbe günlükleriyle bağlantılı olduğu iddia edilen Emekli Albay Birol Atakan şüpheli bir trafik kazasında öldü. Emekli Jandarma Albay Abdülkerim Kırca Ankara Etimesgut’taki evinde intihar etti, Kırca’nın da adı Ergenekon soruşturmasında geçiyordu. 27 Şubat 2009’da Ergenekon’la ilişkilendirilen isimlerden biri olan Özel Harekât Daire Başkanı Behçet Oktay intihar etti. Kıdemli Yüzbaşı Olgun Ural ise 26 Mart 2009’da beylik tabancasıyla kendini vurarak intihar etti, ismi birinci Ergenekon iddianamesinin deliller bölümünde geçiyordu. Emekli Albay Belgütay Varımlı 9.kattaki evinden aşağı atlayarak intihar etti, Varımlı’nın Sarıkız ve Ayışığı darbe planlarını deşifre ettiği ileri sürülüyordu. Deniz Yarbay Ali Tatar Poyrazköy soruşturmasında kendisi hakkında çıkan ikinci tutuklama kararının ardından evinde beylik tabancasıyla yaşamına son verdi. Son olarak ise Berk Erden, eşi hakkında internete sızdırılan görüntülü iddialardan sonra 8 Şubat günü intihar etti.
Bu intiharların gerçekten intihar olup olmaması kuşkusuz önemlidir ama öyle değillerse bile, yani bu isimler gerçekten intihar etmişse bile normal olmayan, olağanüstü bir durumla karşı karşıya olduğumuz açıktır. Ortada açıkça bir “seçkin kırımı” vardır, ülkenin polisleri, askerleri, mühendisleri bir şekilde kırılmaktadır.
Peki, seçkin kırımı ne anlama gelmektedir, seçkin kırımı nasıl bir politik duruma işaret eder?
Bu soruya Yalçın Küçük’e atıfla bir yanıt verebiliriz. Küçük’e göre, normal savaşlarda cephe gerisinde komutanlar ve cephede neferler savaşırken, iç savaşlarda seçkinler savaşmaktadır, yani elitler arası bir mücadele söz konusudur ve bu mücadele seçkinlerin kırımına yol açmaktadır.
Devamında Küçük, iç savaşların uzun ve büyük iseler mutlak bir düzen değişikliği ile sonuçlandığını belirtir. Bugün Türkiye’de bir düzen değişikliği savaş yaşandığı açıktır; cumhuriyetin tasfiyesi operasyonu devam etmekte ve dincilerle liberaller eliyle bir ikinci cumhuriyet kurulmak istenmektedir. Diktatoryal bir nitelik taşıdığı kesin olan bu yeni düzenin kuruluş savaşında, bu düzenin kuruluşuna ayak bağı olacağı düşünülen seçkinler imha ve tasfiye edilmektedir.
Yalnızca askerlerin, polislerin, mühendislerin intiharı değil, muvazzaf subay tutuklamaları, savcılara yönelik operasyonlar, dinlemeler, rektörlerin, gazetecilerin ve aydınların cezaevlerine doldurmaları da iç savaşın ve seçkin kırımının bir parçası olarak kabul edilmelidir. Yeni diktatoryal düzeni kuran yeni elitler, eski düzenin elitlerini, tasfiyeye ve kırıma uğratmaktadır.
Türkiye bir iç savaşın tam ortasındadır ve üstelik asimetrik bir savaş durumudur bu; çünkü yeni diktatoryal düzeni kuranların kendi istihbarat birimleri, kendi kolluk kuvvetleri, kendi medyaları, kendi aydınları, kendi yargıları ve kendi üniversiteleri vardır artık ve hem devletin hem de toplumun kuşatılması operasyonunun son noktasına gelinmektedir.
Bu noktada Tekel direnişini iç savaşta açılmış yeni ve beklenmedik bir cephe, emeğin ve emekçilerin açtığı bir cephe olarak görmek gerekir. Emek cephesi, Tekel direnişi ile birlikte bu savaşa dâhil olmuştur. Tekel işçisinin direnişi yeni diktatoryal düzenin yıkıcılığının karşısına bir set çekmiş, savaşların en gerçeği olan emek-sermaye mücadelesini ülkenin gündemine sokmuştur ve bu nedenle de düzenin unsurlarınca “yeni iç düşman” olarak kodlanmıştır. İlerleyen yıllarda iç savaşın tarihini yazacak olanlar, Tekel direnişini, kaçınılmaz bir şekilde, Türkiye isimli büyülü denkleme emek faktörünün yeniden dâhil oluşu şeklinde değerlendireceklerdir.