“Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada, her zaman ve her yerde Milletime ve Cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle hizmet ve kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu, Türk sancağının şanını, canımdan aziz bilip icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime namusum üzerine ant içerim.”
Her rütbedeki asker, bu yemini eder ve bu yemini etmeden asker sayılmaz. İki vurgunun altını çizdik. İlki “her zaman ve her yerde”, yani, bu yemin zaman ve mekânla sınırlı değildir.
İkincisi; “icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda”… “Vazife gereği vatan ve cumhuriyet uğrunda” değil, dikkat edilsin lütfen, “hem vatan ve cumhuriyet, hem de vazife uğrunda” deniliyor. Vatan ve cumhuriyet uğrunda fedakârlık için vazife şart değil. Bir de “askerliğin namusu” vurgusu var. Bunlar uğrunda icabettiğinde malını, makamını, rütbesini, özgürlüğünü, hatta canını bile feda edeceğine yemin eder asker.
Ve böylece asker, ete kemiğe bürünmüş bir yemindir. Sadece odur, bir yemin, bir ant, verilmiş bir söz, adanmış bir can, bir ömür… Gerisi hep arka plandadır, makam, mevki, para, konfor, hatta hayat…
Korku barınamaz hayatında, barınmamalıdır. Hapis korkusu, kaybetme korkusu, ölüm korkusu barınamaz. Asla kaçamaz savaştan, savaşın her türünden…
O yemini ettikten sonra, hele de askerliğin ve mensup olduğu ordunun temsil ettiği değerlere karşı yürütülen her türlü saldırıya karşı koymak zorundadır. Bunlar her asker için geçerli ama bir general için yüz kat, bin kat daha fazla geçerlidir.
Yandaş basın, marazi bir şehvetle taşıdı manşetlerine, “Tümgeneral Mustafa Bakıcı Rusya’ya firar etti” diye…
Mutluluk tamtamları çaldılar, ayrıntıları anlattıkları her satırda. Bizim sözümüz General Bakıcı’yadır. Askerlik yeminini o nedenle hatırlattık. Yargılandığı davada onuruyla hapis yatan kahraman subaylar, generaller vardır. Uğradıkları iftiralar nedeniyle onur intiharları olmuştur. Kahraman Türk subayları onurlarıyla terk-i hayat etmiştir.
Cezaevlerinde yatanlar da, “esir” olduklarını, bu davaların cumhuriyeti, askerlik namusu ve onurunu, vatanın bütünlüğünü hedef alan bir saldırı, bir savaş olduğunu mahkeme huzurunda söylemektedirler. Silivri’yi cephe olarak gördüklerini her fırsatta tekrarlamaktadırlar.
General Bakıcı’nın, hukuki olarak firari durumda olması bir yana, diğer arkadaşlarının nazarında cepheden kaçmıştır. Böyle düşünen sadece davanın sanıkları da değildir, hatırı sayılır bir oranda kamuoyu da bu fikre katılmaktadır.
Şunu hiçbir zaman unutmamalıdır, böyle davalarda esas hükmü tarih verir. O kadar ki, tarih mahkemeyi bile yargılar. Tarihin kendisi hakkında vereceği hükmün ne olduğunu, tarihteki örneklere bakarak görebilir.
Ve Teğmen Mehmet Ali Çelebiler, Yarbay Ali Tatarlar, Albay Abdülkerim Kırcılar ve emekli ya da muvazzaf diğer bütün askerler ise tarihin panteonunda yerlerini alacaklardır.
İyi kaçışlar olsun, Mustafa Bey!
24 Kasım 2011
Odatv.com