Komşunun Evi Yanarken Isınma Derdindekilere…

Aklımıza kabullendirmekte hayli zorlandığımız tuhaf bir hafta oldu; son 10 yıldır, her Aralık ortasında olduğu gibi…

***

Neredeyse çeyrek asır öncesinden itibaren, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, devleti yöneten veyahut bizatihi devletleşen iktidar sahiplerini, hükümetleri, bakanları, kurumları, kurulları ve elbette seni, beni, onu, bizi, sizi, hepimizi “CIA, MI6 ve BND gibi yabancı ülke istihbarat örgütlerine taşeronluk yapan bir cemaatin, asli görevi kendileri ile mücadele etmek olan istihbarat birimlerinde kadrolaştığı, devletin gücünü, devleti savunanlara karşı kullanabilecek düzeye geldiği, mevcut sistemi yıkmak yerine takiyyeyi ön plana çıkararak, devlet yapısıyla çatışmayacak bir örgütlenmeyle, zaman içinde devletin stratejik kurum ve kuruluşlarını ele geçirdiği, sızmakta zorlandığı Türk Silahlı Kuvvetleri’ne alternatif kuvvetler oluşturduğu ve son aşamada bunu TSK’ya karşı kullanacağı” konusundan uyaran ve 18 yıl önce karanlık bir suikastla katledilen Necip Hablemitoğlu‘nu “mahcubiyetle” andıktan sadece bir gün sonra…

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yöneten veyahut bizatihi devletleşen iktidar sahipleri, hükümetler, bakanlar, kurumlar, kurullar ve elbette aramızdan bazıları, Hablemitoğlu‘nun neredeyse çeyrek asır öncesinden itibaren yapmaya başladığı, bu ikaza kulak vermediği ve bu “taşeron cemaat de oluşturduğu alternatif kuvvetleri TSK’ya karşı gerine gerine kullanmaya başlayabildiği için”, Silivri kumpasları sürecindeintihara sürüklenen Yarbay Ali Tatar‘ı andık dün; aynı “mahcubiyetle“!

***

Tam Mehmet Akif‘i isyan ettirdiği gibi;

“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”

***

Yarın saat 12.30’da, Ankara’da, Karşıyaka Mezarlığı‘ndaki kabri başında yapılacak anma töreninden önce Ali Tatar‘ın ağabeyi Ahmet Tatar’la konuştum. Aynı zamanda Kumpas Mağdurları Derneği (KUMPAS-DER) Başkanı da olan Tatar, hayatına, “Hukuksuzluk sürecine hukuk adına saygı gösterilemez” diyerek ve “Hukuksuzluğa isyan ve bu karanlığa bir nebze ışık olabilmek için” son vermiş, yazdığı veda mektubuyla ardında bu misyonu adeta vasiyet gibi bırakmış bir insanı unutturmamanın ilk şartının hukuk ve adalet için mücadele etmek olduğunu söyledi. Keza, 10 yıldır tam olarak bunu yapmaya çalışıyordu Tatar ailesi. Yegane hedefleri, istekleri, “Hukuksuzluk ve adaletsizliğin, artık bu ülkede bir köşeye sıkıştırma aracı olarak kullanılmamasına, insanların bu yolla zorda bırakılmamalarına” katkı sağlayabilmekti. Bütün toplumun anlamasına çalıştıkları şey, “İnsan için ekmek, su gibi temel gereksinim olan adaletin, tıpkı açlık gibi, ötelenebilir bir şey olmadığı” gerçeğiydi; “İnsan olmanın altyapısında bunları algılayabilmek de vardı; bunun için ille de kişinin kendi başına da gelmesi gerekmezdi, gerekmemeliydi.”

Ahmet Tatar “ama” dedi;

“Komşusunun evi yanarken ısınma derdinde olan insanlar var. Duyarsızlıktan öte bir şey bu; sevinme noktasına gelenler var…”

***

“17 yıldır açılamayan Hablemitoğlu davası” gibi bir garabetten sonra sormaya korkuyorum ama;

Verdiğiniz hukuk mücadelesinde, 10 yılda kaç arpa boyu yol gidildi?

– Süleyman Pehlivan (Ali Tatar’ın intiharına yol açan yeniden tutuklama kararını talep eden savcı)’nın FETÖ’den yargılandığı davaya müdahilliğimiz kabul edilmedi. Mahkeme salonuna giremedik, nizamiyeden dahi girmemiz mümkün olmadı. Bizim açtığımız davalar var. Biri, “Yaşadığı mağduriyetten dolayı Ali kendisi dava açmadığı için vasilerinin açamayacağı” gerekçesiyle Yargıtay’dan döndü. Aynısı, biliyorsunuz Murat Özenalp‘in ailesinin de başına geldi; “Davayı hayattayken Murat Özenalp açmalıydı, ailesi açamaz” dendi…

Sürece hakim olmayan okurlarımız için araya gireyim:

Yargılandıkları mahkemeler, Ali Tatar‘ın tutuklanmasını talep eden savcının da, tutuklayan hakimlerin de “FETÖ üyesi” olduğunu tescilledi. Buna rağmen “resmi olarak” yani devlet nazarında hâlâ “FETÖ mağduru” sayılmıyor Tatar ailesi.

“Sadece biz değil” diyor Ahmet Tatar, “Bizim yaşadıklarımızı yaşayanların hiçbiri, ‘Bu insanlar bu sıkıntıları yaşadılar, bir şekilde telafi edilmesi lazım gelir’ gibi bir bakış açısıyla muhatap olmadı henüz. Aile olarak biz bu kadar mücadele ettiğimiz için biliyor kamuoyu da Ali’yi; yoksa unutulur giderdi…”

Ve son sözleri:

“Bütün duyarlı insanları yarın 12.30’da, Ali’nin kabri başına davet ediyorum. Ali’yi unutturmamak demek, o günleri de unutmamak anlamına geliyor.

20 Aralık 2019

Selcan Taşçı Hamşioğlu

Yeniçağ

Scroll to Top