Cemevindeki Cenaze

İlk defa görenlere ilginç gelebilir. Karacaahmet Cemevi’nin avlusunda yeşil-beyaz külahlı din görevlisinin kıldırdığı cenaze namazı, intihar eden Deniz Yarbay Ali Tatar’ın Alevî-Bektaşî inancına mensup olduğunu gösterdi.

Ay-yıldızlı bayrağa sarılı tabut daha sonra Kocatepe Camii’nin avlusunda, ikinci bir cenaze namazı için musalla taşına kondu. Bu sefer askerî disiplin içinde komutanlardan başlayan sıralı subaylar törende saf tuttular.

Anlaşılması gereken çoğu şey hakkında bilgi sahibi değiliz. Ama anlaşılmaması gerekenler konusunda galiba hepimiz dikkatli olmalıyız.

Bunlardan ilki, bir Türk subayının intiharı hakkında yanlış bir düşünceye kapılmamak olmalı. Aksi ispatlanana kadar, bir subayın sadece onuru için hayatına son verebileceğini kabul etmeli ve ölümüne ta’zim göstermeliyiz. Bir subay neden intihar eder? Bir subayın intiharının, müflis bir tüccarın veya aldatılmış bir eşin intiharından farklı olması iktiza eder. Ölümü seçen diğer subaylarla birlikte Ali Tatar’ın ailesine ve yakınlarına başsağlığı dilemek ve acılarını paylaşmak hepimiz için insanî bir vecibedir.

Cemevi avlusundan kaldırılan cenaze görüntüsünden cunta senaryoları devşirmeye kalkmak, herkesin tekrar tekrar düşünmesi gereken ikinci önemli konu. Bu görüntü sadece Ali Tatar’ın kendisinin ve yakınlarının inançlı ve dindar Alevîler olduğunu gösterir; başka herhangi bir şeyi değil. Herkesin inancına saygı çerçevesinde bu tercihe saygı göstermek de hepimizin borcudur. Cenab-ı Hak merhuma rahmet etsin, acılı yakınlarına da sabır versin. Daha ötesine uzanan her hüküm, bu tablodan anlaşılmaması gereken sonuçları içerecektir.

Anlaşılmaması gereken sonuç: Ordu içinde bir Alevî cuntası olduğu, merhum Yarbay’ın da bu illegal örgütlenme içinde yer aldığı ve başı sıkıştığı için hayatına son verdiği senaryosu.

Bir illegal örgütlenme içinde yer aldığı iddia edilen kişinin inancı, o örgütlenmenin varlık sebebini göstermez. Nasıl Sünnî inanca mensup olanların ağırlıklı olarak yer aldığı bir örgüt Sünnî örgütü değilse, aynı durum Alevîler için de geçerlidir. Gizlilik esası içinde çalışan örgütler üyelerin birbirine sıkı bir şekilde güvenmesine ihtiyaç duyar. İnanç bu güvenin kuvvetlenmesine katkıda bulunabilir, ama örgütün varoluş gayesini göstermez. Türkiye’de geçmişte büyük haksızlıklara uğramış Alevî-Bektaşî inancına mensup insanlara bugün en büyük zararı ordu içinde bu inancı kullanan bir cunta verebilir. İktidara gelebilmek için kitle desteğini Alevîlerde arayan böyle bir oluşum, iktidarı ele geçirdiği gün Alevîleri karşısına alacaktır. Çünkü iktidarını sürdürebilmek için çoğunluğun desteğini aramaya başlayacaktır. Bugün Alevîlerin şikayet ettiği dinî konulardaki anayasal düzenlemelerin tamamının askerî dikta dönemlerine ait olması bu yüzdendir.

Hatta bir cunta üyelerinin tamamının Alevî-Bektaşî kökenli olması, o cuntanın Alevî cuntası olduğunu göstermez. Çünkü bu örgütlenmede inanç, gerçekleştirilecek bir amaç değil, iktidarı ele geçirmek için basit bir araçtır. 28 Şubat döneminde gündeme gelen “Alevî cunta” iddiaları için de aynı durum söz konusuydu. Dinle imanla yakından uzaktan alakası olmayanların ne Alevîlikle ne de Sünnîlikle alâkası vardır.

Bu söylentiler karşısında asıl dikkat sahibi olması gerekenler Alevî-Bektaşî inancının temsilcileri. Türkiye’de Alevîlik derin ve kapsamlı bir özgürleşme süreci yaşıyor. Toplumun geri kalanı bu özgürleşmeye saygı içinde yaklaşıyor. “Alevî cunta” söylentileri önce toplumsal barışı, sonra da her karışıklıkta zarar gören Alevîleri sıkıntıya sokacaktır.

Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde illegal örgütlenmelere dair soruşturmalar ve davalar devam ediyor. Farklı inançtan olanları kaynaştıracak vesilelerden biri herkesin bu süreçte demokrasiden ve hukuktan yana tavır almasıdır.

Cemevinden kalkan cenazeye hiç kimsenin farklı bir anlam yüklememesi gerekir.

24 Aralık 2009

Mümtazer Türköne

Zaman

Scroll to Top