‘Amirallere suikast girişimi” iddialarına ilişkin 9’u tutuklu 19 sanık hakkında açılan davanın 2. duruşması sona erdi. Duruşma, 17 Mayıs Pazartesi gününe ertelendi.
Beşiktaş’taki İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın bugünkü duruşmasına, tutuklu sanıklar Faruk Akın, Sinan Efe Noyan, Alperen Erdoğan, Burak Düzalan, Yakup Aksoy, Tarık Ayabakan, Ülkü Öztürk, Ali Seyhur Güçlü ve Sezgin Demirel ile tutuksuz sanıklar Halit Mehmet Ergül, Barbaros Mercan, Fatih Göktaş, Burak Amaç, Burak Özkan, Yiğithan Göksu, Oğuz Dağnık, Koray Kemiksiz, Levent Çakın ve Mehmet Orhan Yücel katıldı.
Duruşmada, sanıkların yakınlarının yanı sıra davanın soruşturma aşamasında intihar eden Yarbay Ali Tatar’ın eşi Nilüfer Tatar ile ağabeyi Ahmet Tatar da hazır bulundu.
Duruşma, tutuklu sanık Deniz Teğmen Murat Düzalan’ın savunmasıyla devam ediyor.
Deniz Teğmen Burak Düzalan
”Amirallere suikast girişimi” iddialarına ilişkin 9’u tutuklu 19 sanık hakkında açılan davanın 2. duruşmasında savunma yapan Deniz Teğmen Burak Düzalan, ”Bembeyaz üniformamızı akıl dışı düzeneklerle lekelemeye çalışanlara ‘Bu üniforma leke tutmaz’ diyorum. Bize bu iftiraları atanların bulunmasını ve tahliyemi talep ediyorum” dedi.
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada savunması sorulan Düzalan, suçlamalarda adının geçmesinin bile kendisi için ceza olduğunu ve suçlamaları kabul etmediğini söyledi.
Hakkındaki iddiaları ortaya atanları lanetlediğini belirten Düzalan, kendileri hakkında gönderilen isimsiz ihbar mektubunu dikkate alan polislerin, ihbar mektubunun üzerinden 53 saat geçtikten sonra evlerine apar topar baskın yaptığını belirterek, bunun düşündürücü olduğunu dile getirdi.
Toplam 12 eve eş zamanlı baskın yapan polislerin ihbar mektubuyla şüpheli duruma düşmüş kişileri öncelikle teknik takibe alması gerektiğini öne süren Düzalan, bir ihbar mektubuyla büyük bir operasyona başlanmasının normal olmadığını ve polislerin Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mensubu olan kendilerine silahlarını teşhir ederek operasyon yaptıklarını iddia etti.
Düzalan, evlerinde uyuşturucu partileri yapıldığı ihbarlarının asılsız olduğunu ve evlerde ele geçirilen uyuşturucu paketleri üzerinde parmak izlerinin bulunmadığını ifade etti.
“Evlerimize uyuşturucu yerleştirildi”
”İftira yüklü olan ihbar mektubuna doğruluk payı katmak için evlerimize uyuşturucu yerleştirilmiştir” diye konuşan Burak Düzalan, ihbarı yapan teğmenin sanal bir varlık olduğuna inandığını ve TSK’de uyuşturucu batağına giren bir teğmenin görevi gereği barınamayacağını düşündüğünü dile getirdi.
Düzalan, ”Dijital terör olarak adlandırdığım bir kurumun kurbanları durumundayız. Somut hiçbir bulgu olmadan silahlı terör örgütüne üye olmak gibi onur kırıcı bir suçlamaya maruz kaldık. Aleyhimize delil olan her şey, bize ait olmadığını belirttiğimiz flash bellekten çıkmıştır. Bu da bize komplo kurulduğunu gösterir” dedi.
Aramalarda bulunan 2 flash belleğin kendilerine ait olduğunu kabul eden Düzalan, bunlarda da suç unsunu bulunmadığını, bir arkadaşına soru sorulduğu sırada 3. flash belleğin birden bire ortaya çıktığını ve bulunduğuna dair bir kamera kaydının olmadığını iddia etti.
Evleri yatılı ortamdan uzaklaşıp rahat etmek için kiraladıklarını ve kiralarını her ay ev sahibinin hesabına düzenli olarak yatırdıklarını anlatan Düzalan, flash bellekte iddia edilen listelerdeki isimler ve evlerin yalan yanlış olarak yer aldığını ve isimlerin gerçek olmaması nedeniyle dokümanların da gerçek olamayacağını ifade etti.
Düzalan, ”Listeler komplocular tarafından yanlış hazırlanmıştır. Resmi ikametgah olan bir ev nasıl örgüt evi olabilir? Ayrıca listede yer aldığı iddia edilen 12 evden altısında oturanlar hiçbir şekilde sorgulanmamıştır. Evlerde oturdukları belirtilen 35-40 kişinin hepsinin sorgulanması gerekirdi” dedi.
İddianamede ‘Ergenekon’ isimli davayı takip ettiklerini gösteren sanık savunmaları gibi çeşitli belgeler ve Türk Solu Dergisi ile Aydınlık Dergisi abonelik formlarının evlerinde bulunduğu bilgisinin yer aldığını anlatan Düzalan, bu belgelerin kendilerinde olmadığını, ancak normal bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak da takip edebilmelerinin bir engeli bulunmadığını aktardı.
Evinde ”bebek katili terörist başı Abdullah Öcalan”a ait kitap bulunduğunun da iddia edildiğini hatırlatan Düzalan, ”Evimize kitapları koyan haysiyet cellatları kim bilir ne vaatlerle bunları yapmışlardır? Vicdansızlık sınır tanımamıştır. Ben bu gibilerin Müslüman olabileceğine inanmıyorum. Bunlar insan olamaz” diye konuştu.
Kendini iyi yetiştiren ve okulundan başarılı şekilde mezun olan bir teğmen olduğunu söyleyen Düzalan, ”Lütfen içimizdeki bu yangını söndürün. Yoksa bu insanlar bizim gibi insanlara kahpece tuzaklar kurmaya devam edecek” diye konuştu.
Yarbay Ali Tatar’ın vasiyeti
Soruşturma aşamasında intihar eden Deniz Yarbay Ali Tatar’ın vasiyetini yerine getirmek istediğini de belirten Burak Düzalan, soruşturma nedeniyle tutuklu bulundukları cezaevinde konuştukları Tatar’ın psikolojik olarak çöküntü yaşadığını ve kendisine moral vermeye çalıştıklarını dile getirdi.
Düzalan, Tatar’ın gözyaşlarıyla kendilerine, ”Ben burada yaşayamam. Siz nasıl tahammül edebiliyorsunuz bu haksızlığa? Kızım kalp ameliyatı geçirdi. Ya üzüntüden ona bir şey olursa? Bu iftiraları niçin atıyorlar? Bana burada bir şey olursa, sizlerden istediğim mahkemede benim de hakkımı savunmanız” dediğini anlattı.
Tatar’ın intihar etmeden önce yazdığı mektuptan bazı ifadeleri okuyan Düzalan, kendilerini komploya kurban eden kişilerin, bir kişinin ölebileceğini düşünüp düşünmediklerini merak ettiğini ve Tatar’ın ailesine başsağlığı dilediğini söyledi.
Tutuklu bulunduğu 10 aylık sürede çok sevdiği mesleğinden ve ailesinden uzak kaldığını söyleyen Düzalan, mahkemenin adaletli davranarak geleceğini kurtarmasını istediğini belirterek, arkadaşları kıdem atlayıp üsteğmen olurken teğmen olarak kalmak istemediğini ifade etti.
Düzalan, ”Bembeyaz üniformamızı akıl dışı düzeneklerle lekelemeye çalışanlara ‘Bu üniforma leke tutmaz’ diyorum. Bize bu iftiraları atanların bulunmasını ve tahliyemi talep ediyorum” dedi.
Mahkeme başkanının soruları
Mahkeme Heyeti Başkanı Vedat Yılmazabdurrahmanoğlu’nun, ”İhbar mektubunda sizinle ilgili detaylı bilgiler var. Bu kadar bilgiyi nasıl bilebilirler?” diye sorduğu Düzalan, bunun ancak sistemli bir çalışma ile yapılmış olabileceğini ifade etti.
Yılmazabdurrahmanoğlu’nun, ”Teğmenlerle ilgili değerlendirme yapılmış, bunların dışardan bilinme durumları var mı?” diye sorduğu Düzalan, isimler elde edildikten sonra bunların üzerine kurma bilgiler eklendiğini ve bunların gerçeklik payı barındırmadığını söyledi.
Cumhuriyet Savcısı Ahmet Nuri Saraç’ın, ”Eve taşındığınızda evin kilidinin anahtarını değiştirdiniz mi?” diye sorduğu Düzalan, taşındıktan bir hafta sonra yeni bir anahtar alıp kopyasını çıkardıklarını ve anahtarı ev arkadaşları dışında kimselere vermediklerini belirtti.
Evlerine bazı arkadaşlarının gelip gittiğini ve anahtarların sadece kendilerinde bulunduğunu söyleyen Düzalan, başka evlerde kendilerine ait anahtarların bulunması durumuyla ilgili de, ”Anahtarların o evlerde düşürüldüğünü ya da unutulduğunu düşündüğünü” kaydetti.
Tutuklu sanık Aksoy
Davanın tutuklu sanıklarından Teğmen Yakup Aksoy da kaldığı evde hiçbir yasa dışı faaliyette bulunmadığını, ev arkadaşlarının da herhangi bir suç teşkil edecek eylemde bulunmadığına emin olduğunu söyledi.
Ele geçirilen dokümanda kendi isminin karşısında ”şıh”, Halit Ergün’ün ”PKK’lı”, Tarık Ayabakan’ın ise ”ulusalcı” ibarelerinin yer aldığını belirten Aksoy, ”Yan yana gelmesi bile imkansız olan bu üç insan nasıl oluyor da aynı evde kalıyor?” dedi.
Aksoy, ”2000 yılından beri Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde vatanın selameti için çalışmaktayım. Maalesef, tutukluluk halimin uzaması nedeniyle meslekteki tek idealimden vazgeçmek zorunda kaldım. İddianamedeki hukuksuzluktan dolayı canına kıyan bir subayın intiharına tanık oldum” diye konuştu.
Başkan Yılmazabdurrahmanoğlu’nun, ”Evinizdeki aramada ele geçirilen flash bellekte, gerek sizler, gerek öğrenciler, gerekse subaylarla ilgili detaylı bilgiler var. Sizce bu flash belleği birileri mi eve getirdi, yoksa aramada görevli memurlar mı koydu?” diye sorduğu Aksoy, ”Daha önceden de konulmuş olabilir, görevli polisler de bırakmış olabilir” dedi.
Cumhuriyet Savcısı Saraç’ın, ”Savunman içinde, yapılan ihbarın TSK’yı yıpratmaya yönelik olduğunu söyledin. İhbarlar, TSK’ya yönelik değil. Bu kanıya nereden vardın?” diye sorduğu Aksoy, ”Biz de TSK mensubuyuz. Kişiler üzerinden TSK yıpratılmaya çalışılıyor. Bu benim kişisel görüşüm” yanıtını verdi.
Savcı Saraç’ın, ”Sizin hakkınızda amirallere suikast girişimi iddiası yok. Siz örgüt üyeliğinden ve uyuşturucudan yargılanıyorsunuz. Neden savunmanızda bu yönde ifade verdiniz?” diye sorduğu Aksoy, ”Kamuoyunda amirallere suikast davası olarak bilinen bir iddianame var. Sürekli gazete ve televizyonlarda bunları duyduk. Bizi bununla suçluyorlar. Biz de böyle savunma yapma gereğini hissettik” dedi.
Bunun üzerine Savcı Saraç da, ”Biz de TSK ile gurur duyuyoruz. Siz örgüt üyeliğinden ve uyuşturucudan yargılanıyorsunuz” diye karşılık verdi.
“Sözde belgeler, usule uygun aramalarla ele geçirilmemiştir”
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada savunmasını yapan tutuklu sanıklardan Teğmen Tarık Ayabakan, ”terör örgütü üyesi olmak” gibi çok ağır bir suçlama nedeniyle tutuklu bulunduğunu söyledi.
Evinde yapılan aramalara yatağının başucundan başlandığını, ancak tutulan raporun şahsına ait hiçbir eşyanın bulunmadığını gösterdiğini ifade eden Ayabakan, arama tutanağının davanın gidişatındaki en önemli belge olduğunu savundu.
Davanın tutuklu sanıklarından Alperen Erdoğan’ın, ”Aramalar sırasında ele geçirilen flash bellek Tarık Ayabakan’ın olabilir” ifadesinin iddianamede ”Aramalar sırasında ele geçirilen flash bellek Tarık Ayabakan’a ait” olarak yer almasının tüm belgelerin kendisiyle ilgisi olduğu izlenimini yarattığını söyleyen Ayabakan, ”Bu durum tüm özlük haklarım ve mesleki planlarımın üzerine set çekmiştir. Flash belleğin aramalar sırasında bulunduğuna dair görüntü kaydı yoktur. Nereden, nasıl bulunduğu belli değildir. Flash bellek, eşyalarımın arasından çıkmadığı gibi onun bana ait olduğunu gösteren bir delil de yoktur. Suçlamaların hiçbirini kabul etmiyorum. Aslı olmayan belgeler hakkındaki değerlendirmeler ciddiyetten uzak yapılmıştır” dedi.
İhbar mektubunda, uyuşturucu trafiğinden söz edildiğini hatırlatan Ayabakan, adli tıp incelemelerinde uyuşturucu paketlerinde parmak izlerinin çıkmadığını belirtti.
Evinde aramanın yapıldığı gece, İstanbul’a ailesinin yanına gittiğini, dizüstü bilgisayarı ve flash belleğini yanına aldığını anlatan Ayabakan, olaydan sonra Savcılıktan, dizüstü bilgisayar ve flash belleğinin incelenmesini talep ettiğini ancak bir sonuç çıkmadığını, aynı talebini yinelediğini kaydetti.
Bugüne kadar uyuşturucu kullanmadığını ve görmediğini, yapılan tahlillerde de kullanmadığının açıkça ortaya çıktığını ifade eden Ayabakan, ”Nasıl olur da terör örgütü üyesi olduğumuz iddia edilir. Ne bir örgüt üyesiyiz ne de bir örgütle hiçbir bağlantımız yoktur” dedi.
Mahkeme Heyeti Başkanı Vedat Yılmazabdurrahmanoğlu’nun, ”Evin içinde bazı dokümanlar, Abdurrahman Öcalan ile ilgili kitaplar, uyuşturucu ve flash bellek bulunuyor. Daha önce eve gidip geldiğinizde kitaplarla ilgili dokümanlar gördünüz mü? Nasıl birileri geldi bunları buraya koydu? Kişisel bilgileriniz var, çok detaylı bir çalışma var” sorusuna Ayabakan, şu yanıtı verdi:
”Genelde gece vakti geliyordum eve. Uyuşturucu, banyo dolabımın altından çıkıyor. Eve girip çıkarken dikkatimizi çeken yerlerde değildi. Flash bellekle ilgili herhangi bir tespit de yok. Emniyetin kayıtlarında da raporunda da nereden bulunduğu yazmıyor.”
“Mektup Türkiye Cumhuriyeti düşmanları tarafından yazıldı”
Tutuklu sanıklardan Deniz Teğmen Ülkü Öztürk de ihbar mektubunun gerçekleri yansıtmadığını, mektubun Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanları tarafından yazıldığını öne sürdü.
“Belgeler usule uygun aramalarla ele geçirilmedi”
Tutuklu sanıklardan Deniz Teğmen Ali Seyhur Güçlü de, ”Sözde belgeler, usule uygun aramalarla ele geçirilmemiştir. Asker kişilerin evleri polisler tarafından aranmıştır” dedi.
Flash belleğin aramalar sırasında evin hiçbir yerinde bulunmadığını anlatan Güçlü, ”Bulduğu her şeyi kamerayla görüntüleyen emniyet mensupları, sözde belgelerin yer aldığı flash belleği kamerayla görüntülememiştir. Aramalarda el konulan dijital araçların yasal güvenliği sağlanamamıştır. Güvenlik zafiyetinden yararlanılarak flash belleğin içine doküman yerleştirilmiştir ya da flash bellek aramalar sırasında eve yerleştirilmiştir” diye konuştu.
Güçlü, kendisinin silahlı ya da silahsız hiçbir terör örgütüne üye olmadığını, arkadaşlarının da böyle bir oluşumun içinde yer almadığını kaydetti.
”Ben şerefli Türk ordusunun neferiyim, terörist değilim”
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada savunması sorulan Demirel, Türk subayları olarak baba parasıyla eğitim almadıklarını, evlerine bir somun ekmek götüremeyen ancak vergisini kuruşu kuruşuna ödeyen kişilerin vergileriyle okuduklarını söyledi.
Demirel, ”Bunun vebali omuzlarımızda vardır. Bu ölümden bile ağırdır. Vatan haini teröristlerle aynı kefeye konmak ruhumuzu yakmakta, nefes aldığımız her anı zorlaştırmaktadır. Ben şerefli Türk ordusunun neferiyim, terörist değilim” dedi.
Mahkeme Başkanı Vedat Yılmazabdurrahmanoğlu, Demirel’in sözleri üzerine ”Burada yargılanan TSK değildir. Ona hepimizin saygısı var. Hakkınızda iddialar var. Onunla ilgili yargılanıyorsunuz” dedi. Yeniden söz alan Demirel, tahliyesini talep etti.
”Sizce hakkınızda kapsamlı bilgilere nasıl ulaşıldı?” sorusuna karşılık Demirel, bu derece bilgi alınmasının, çok büyük ve uzun süreli istihbari çalışma yapıldığını gösterdiğini söyledi.
Demirel, bir soru üzerine, arkadaşlarına ait evlerde bulunan, arkadaşlarının isimlerinin yazılı olduğu ev anahtarlarının yeni göründüğünü, mahkemenin Gölcük’teki komutanlıktan isteyerek bunları inceleyebileceğini kaydetti. Sezgin Demirel, ayrıca personelle ilgili kişisel bilgilere ulaşma imkanı olmadığını da dile getirdi.
Tutuksuz sanıkların savunmaları
Davanın tutuksuz sanıklarından Fatih Göktaş, olaylarla ilgili hiçbir bilgisi olmadığını, hayatında uyuşturucu görmediğini ve suçlamaları reddettiğini belirterek, ”Harp Okulunda bir öğrencinin ulaşabildiği tek doküman ders kitaplarıdır” dedi.
Göktaş, iddianamede yer alan belgelerde kendisiyle ilgili, ”Harp Okulundan sorumlu” ibaresinin yazılı olduğunu hatırlatarak, belgelerdeki yazılarla ilgili bir fikri olmadığını ve hayatı boyunca hiçbir toplantıya katılmadığını söyledi. Tutuksuz sanık Burak Amaç da hakkındaki suçlamaları reddederek, ”Hiçbir zaman bir grup veya örgütte bulunmadım. Hayatımda hiç görmediğim Ali Tatar ile birlikte suçlanmam da akıl dışıdır” dedi.
Belgelerde geçen 12 evin adresini bilmediğini ve davada adı geçen teğmenlerle hiçbir diyaloğu bulunmadığını savunan Amaç, diyalogdan yoksun insanların örgüt kurmasının hayatın olağan akışına ters olduğunu ifade etti. Amaç, mahkeme heyetine, Harp Okulunda mezun olanların okuduğu mezuniyet yeminini de okuyarak, tahliyesini talep etti. Tutuksuz sanıklardan Burak Özkan da beraatini istedi.
Duruşmada söz alan tutuksuz sanıklardan Yiğithan Aksu ise Deniz Kuvvetleri’nde gizli-saklı yapılanmaya müsamaha edilmediğini aktardı.
Mezun olduktan sonra daha rahat bir ortamda yaşamak için ev tuttuklarını ve yatılı hayattan uzaklaşmak istediklerini anlatan Aksu, ”Sabah pijamalı kahvaltı yapmanın rahatlığı ve huzuru, asker olan şahıslardan başka kimse tarafından anlaşılamaz” dedi. ”Hangi terörist kendi evine akrabasını, arkadaşını, komutanını çağırarak zaman geçirir?” diye soran Aksu, suçlamaları reddetti. Aksu, bir soru üzerine, Harp Okulunda personel bilgisine, ancak çalmak amacıyla ulaşılabileceğini de sözlerine ekledi.
Tutuksuz sanıklardan Oğuz Dağlık da Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde okulu baskına uğrayan öğretmen bir babanın oğlu olduğunu belirterek, herhangi bir parti veya örgüte üye olmasının söz konusu olmadığını savundu. Dağlık, beraatini talep etti. Tutuksuz sanıklardan Koray Kemiksiz ise ”silahlı terör örgütüne üye olmak” ve ”birçok kişiye ait olan bilgileri kaydetmek” suçlamasıyla karşı karşıya olduğunu söyledi.
”Eğer terör örgütü üyesi olmak gibi bir niyetim olsa devletimin öğretmenine, polisine, askerine kurşun sıkar, sonra konvoyla birlikte davul-zurna eşliğinde dağdan iner, sınır kapısına girerdim. En çok zoruma giden şey, onlar barış elçisi, bizler ise terörist oluyoruz” diyen Kemiksiz, sözlerini şöyle sürdürdü:
”Flash bellek içindeki belgelerin, ben ve arkadaşlarım bu evlere taşınmadan önce hazırlandığını düşünüyorum. Herhangi bir suç unsuruna rastlanmaması, arama sırasında Cumhuriyet Savcısının bulunmaması, bu durumu açıklar niteliktedir. Bu olayda amaç sadece yıpratmak ve insanları birbirine düşürmektir. Adı sanı belli olmayan terör örgütüne üye olmadım, ‘Tolga’ kod adını da kullanmadım. Bunların TSK’yı yıpratma çalışması olduğunu düşünüyorum.”
Avukat Erol Memiş’in, ”Evde yapılan aramada senden elde edilenlerin bir kısmı mermilerdi. Sana geri verildi mi bu mermiler?” sorusuna Kemiksiz, ”Aramalar sırasında silahıma el konulmuştu, şarjörüm ve içindeki 9 mermiye. ‘Silahımın emniyette emniyetli şekilde duramayacağı, bu nedenle adli emniyete teslim edileceği’ belirtildi. Silahımı ve şarjörümü boş olarak daha sonra teslim aldım. 9 adet mermiyi ise geri alamadım” yanıtını verdi.
”Suçlamaları kabul etmiyorum”
Tutuksuz sanık Deniz Kurmay Kıdemli Albay Mehmet Orhan Yücel de aristokrat ve halkı küçümseyen bir şahıs olduğu yönünde linç kampanyası başlatıldığını ileri sürdü.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığında, SAT ve SAS komutanlıklarında 6 yıl patlayıcı madde imhası konusunda uzman, 2000-2002 yılları arasında Bangladeş Askeri Ataşesi olarak görev yaptığını anlatan Yücel, ”Anadolu’nun bağrından geliyorum, aristokrat bir kişi değilim. Şeref ve onuru için yaşayan bir Türk subayı olarak iddianamedeki suçlamaları kabul etmiyorum. İddianame ve eklerini incelediğimde ciddi delillerin olmadığını gördüm” dedi.
Sinan Efe Noyan’ın arama yapılan eviyle hiçbir ilgisi olmadığını, Tayfun Duman ve Levent Bektaş ile görevi nedeniyle tanıştığını ifade eden Yücel, sözlerini şöyle sürdürdü:
”Neden başka bir albay değil de benim ismim bu iddianameye konuldu diye sorarsanız, ben birçok önemli göreve katılan, Kardak harekatında tek bir kurşun kullanmadan karşı tarafa geri adım attırmış ve birçok uluslararası harekatta fiilen görev almış bir grubun başında bulundum. Yapılanların, TSK’ya karşı bir psikolojik harekat olduğu kanaatindeyim. Ben bu davanın diğer davalarla birleştirilmesi maksadıyla burada bulunuyorum. Delillerin hiçbirisi yasal ve doğru değildir. Duruşmalardan vareste tutulmamı talep ediyorum.”
Avukat İrfan Sütlüoğlu’nun buzdolabının arkasında bulunan patlayıcı maddelere ilişkin sorusu üzerine Yücel, ”Bu patlayıcı maddeler 4 yıl boyunca artı 64-eksi 64 derecede bozulmaz. 175 derecedeki sıcaklıkta patlayabilir. Emniyetli bir dolabın içinde uzun yıllar saklanabilir. Bu patlayıcı madde TNT’den daha tehlikelidir, ancak kriminal raporda belirtildiği gibi değildir. Patlaması için 12-13 metre uzaklıktan G-3 tüfeğiyle ateş edilmesi yeterlidir” diye konuştu.
Avukat Erol Memiş’in, ”(Ben bu davanın diğer davalarla birleştirilmesi için buradayım) cümlesini sarf ettiniz mi savunmanızda?” sorusuna Yücel, ”Bana sorulan sorulara baktığınızda, çürükler raporu bana soruluyor, patlayıcı madde bana soruluyor” yanıtını verdi.
Cumhuriyet Savcısı Nuri Ahmet Saraç’ın, ”Deniz Harp Okulunda patlayıcılarla ilgili bir bilgi veriliyor mu?” sorusu üzerine Yücel, ”Askeri kültür anlamında eğitim verilir. Patlayıcı maddeyle ilgili bilgi verilmez. Teğmenler, bir yıllık eğitimin ardından patlayıcı madde eğitim kursuna katılabilir” dedi.
”(Ele geçirilen patlayıcı 175 derecenin üzerindeki sıcaklıkta patlayabilir) dediniz. Patlayıcı maddenin buzdolabının civarında bulunması tehlikeli midir?” sorusuna da Yücel, ”Maddenin patlayabilmesi için 175 derece sıcaklıkta 15 saniye beklemesi gerekir. Kitapların verdiği bilgi bu yöndedir” yanıtını verdi.
14 Mayıs 2010