Aykut Küçükkaya İçin Yazdıklarım

Parçalı bulutlu bir iklimde yaşıyoruz. Gökyüzü İkide bir kararıp, İçimizi daraltıyor. Sonra tekrar aydınlanıyor. Hep böyle kalsın derken, tekrar karardığını görüp hüzünleniyoruz. O kadar sık tekrarlanıyor ki bu gel gitler; umutsuzluk bu ülkenin taşına toprağına siniyor.

Oysa karanlıklara değil, aydınlıklara yoğunlaşmak zorundayız. Her sabah güneşin mutlaka doğduğunu hatırlayıp umudumuzu hiç kaybetmemeli; gerçeği canlı tutmalıyız. Çünkü olup bitene çoğu zaman engel olamıyoruz. İşte tam hava dönüyor gerçekler ortaya çıkıyor derken, daha koyu bir karanlığa tekrar giriyoruz. Cemaatin ayarın bozduğu adalet mekanizması yine haklı haksız tanımıyor. Hukukun yine rafa kaldırıldığı günler yaşıyoruz. Sadece içerdekilerin değil hepimizin temel hakları tehdit ediliyor. Yine adalete güven ayaklar altında.

Çünkü biz çabuk unutuyoruz. Yaşananlara sadece kendi küçük penceremizden bakıyor ve empati yapmıyoruz. Birlikte yaşamanın temelinin hukuk olduğunu; dayanışmanın toplumsal barışın olmazsa olmazı olduğunu unutuyoruz.

Biz tüm bunların unutulduğu 19 Aralık 2009 da, yedi yıl önce ki karanlığa kurban verdik Alimizi. Karanlığı yırtan bir çığlıktı Ali den yükselen ses. Fakat karanlığı kalıcı kılmaya çalışan kara cübbeli yarasalara rağmen, hukuk meşalesini yakmayı becerdik o günlerde. Meşalemiz gün geçtikçe parladı, yüreğimizdeki acı ile harlandı, büyüdü. Bütün engellemelere rağmen bu meşaleyi söndürmeden bu güne taşıdık. Bundan sonrası içinde onurla taşımaya devam edeceğiz.

Adalet arayışımız devam ediyor. Ali ve o dönem kaybettiğimiz canlar adına adalet istiyoruz ve bunun takipçisiyiz. Davamıza sahip çıkıyoruz.

Ali hayatta olsa “Amirallere Suikast” davasından yargılanacaktı. Bu davanın ilk duruşmasında Ali adına oradaydık ve müdahiliz dedik. “Siz kabul etseniz de etmeseniz de; tahta parmaklıkların önünde yada gerisinde olsak da, fark etmez; biz buradayız” dedik.

Bu dava daha sonra Kafes ve Poyrazköy davaları ile birleştirildi. “Poyrazköy Davası” olarak anılmaya başlanan sürece, daha sonra hayatta olsa merhum Türkan Saylam’ın da yargılanacağı ÇEV ve ÇYDD davaları da birleştirildi.

İstanbul’da süren bu davanın duruşmalarını elimizden geldiğince bizzat takip ettik. Bu duruşmalar sırasında beni en çok üzen olay, rahmetli Hrant Dink’in avukatları ile yaşamış olduğumuz diyaloglardır.

Kendilerine ısrarla, hem kendimizi, hem de Hrant’a karşı duyduğumuz saygıyı anlatmaya çalıştık. Onun adının Cemaatin tetikçileri tarafından uydurulmuş, bu kadar yalan ve iftiranın olduğu bir yerde geçirilmemesi gerektiğini söyledik.

Bu iddianamelerdeki, soruşturma dosyalarındaki sahtekârlıkları görmelerini, Hrant’ın aziz hatırasını korumalarını talep ettik. Şimdi acıyla hatırlıyor ve sevgili Hrant kardeşimi saygıyla anıyorum ki maalesef başarılı olamadık. Onların yüreğine hitap edemedik. Ya da duymak istemediler bizi. Bilemiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da Cemaatin kara cübbelilerinin Hrant’ın adını kullanmalarına izin vermemek gerekliliği idi. Çünkü onun adı, bu topraklarda barışın, bütünlüğün umut ışığıdır; bu toprakların vicdanıdır Hrant adı.

Poyrazköy Davası 2 Ekim 2015 te beraatla sonuçlandı. Anadolu 5. Ağır Ceza Mahkemesi 83 sanığın beraatına karar verirken, sahte delil üreten, kullanan tüm kamu görevlileri hakkında da suç duyurusunda bulundu.

O günü ne Ali Tatar, ne Türkan Saylam, ne de yargılama sürecinde işini kaybettiği için Somali’ye çalışmak için gidip bir patlamada hayatını kaybeden Başçavuş Saddettin Doğan göremedi. Ama Ali’nin bacısı Hürriyet’in “Ali’nin ruhu burada, bu salonda” diye haykırışını mutlaka duydular. Fotoğraflarda kalan güler yüzleri mutlaka aydınlandı. Bir kez daha unutulmadıklarını hissedip huzur buldular.

Ama başta Ali’nin ve bu karanlık süreçte yaşamlarını kaybeden Murat Özenenalp’in, Cem Çakmağın, Kuddusi Okkır’ın, Erhan Göksel’in, Uçkun Geray’ın ve 83 yaşında bu zulümle karşı karşıya kalan İlhan Selçuk’un ruhunun huzur bulması adaletin yerini bulmasıyla olacaktır. Bunun takipçisiyiz.

En son “FETÖ Çatı Davasında” da bu konudaki kararlılığımızı bir kez daha vurguladık. Halkımızın çoğu Fetullahçı katil sürüsünün gerçek yüzünü 15 Temmuzda gördü. Ancak biz bunları 2009 dan beri anlatmaya çalışıyoruz ve 15 Temmuz öncesinde çatı davaya müşteki sıfatıyla dahil olduk, ifade verdik. Bu kararlılıkla 2 Ekim 2015 ten sonra Ali Tatar’ın bacısı, bir saat yerinde sabit oturmaktan rahatsız olan, şikayet eden cemaatçilerin yüzüne “Katiller” diye haykırdı.

Bu haykırışın anlamı “Biz buradayız, yaptıklarınızı unutmadık, meydanı boş sanmayın; adil yargılanmanız, ama almanız gereken en yüksek cezalar için takipteyiz” hatırlatmasıydı. Bu hatırlatma sadece o gün salonda bulunanlara değil, yargı sırasın bekleyen içerde dışardaki tüm sanıklara, sanık adaylarına bir uyarıydı.

Umarım mesajımızı almışlardır.

Yalnız değiliz, büyük bir aileyiz adalet istiyoruz ve hiç vazgeçmeyeceğiz.

16 Aralık 2016

Scroll to Top