Değerli Dostlar,
Hakka yürüyüşünün 2. Yılında Ali’yi anmak üzere toplandık. Zaman ayırıp bizimle birlikte olduğunuz desteklerinizi bizden esirgemediğiniz için hepinize teşekkür ederim en derin şükranlarımı sunarım.
İki yıl önce Beşiktaş ‘ta mekan tutmuş hukuk kisveli ancak benim asla hukukçu demediğim; hukuk adamı olmaktan uzak “yalancı pehlivanlar” Ali’yi elimizden aldılar.
İki yıl önce hukukun yanlış ellerde nasıl cellat baltasına dönüştüğünü gördük. Bu baltayı ellerinde tutanlar sadece evrensel hukuku tanımamakla kalmıyor; insanlığın yüzlerce yıllık deneyiminin bir ürünü olan temel insan haklarını da yok sayıyorlar.
Sırtlarını siyasilere güçlülere yaslayarak koca bir ülkeyi siyasi çıkarlar adına hukuk cehennemine çeviriyorlar.
İki yıl önce Alimizi elimizden alan bu hukuk cellatları, kendilerinden olmayan, kendilerine muhalif bütün insanlara saldırmaktan geri kalmıyorlar. Ülkemizin hapishaneleri başta Silivri olmak üzere muhaliflerin doldurulduğu toplama kaplarına çevrildi. Hasdal adeta askeri esir kampı görünümünde. Buralarda onlarca bilim insanı, gazeteci, yazar, asker sivil daha suçlamaları dahi bilmeden yıllar süren tutukluluğa maruz kalıyorlar. Yüzlerce asker sivil uyduruk iddianamelerle, sanal birtakım dijital belgelerle haksız yere suçlanıyorlar. Özel yetkili Mahkemelerde resmen bir tiyatro oynanıyor. Savunmalar dinlenmiyor savunmalar adeta boş duvarlara yapılıyor. Hukuk adamları bu hızla gidilirse 2020 yılına kadar sürecek yargılamalardan bahsediyorlar. Biliyorsunuz geç gelen adalet aslında adalet değildir sadece tarihin tecellisidir.
Bu hukuk cellatları yüzünden Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemelerinde dava sayısında Rusya ile birincilik yarışı yapar hale geldi.
Devletin bütün kurumlarını işgal edenler kendilerinden olmayan hiç kimseye yaşam hakkı tanımıyorlar. Devlet dairelerinde üniversitelerde sürgünler iş den ayrılmaya zorlamalar olağan hale gelmeye başladı.
Bütün ülke dinlenme takip edilme konusunda toplumsal paranoya yaşıyor. En tehlikelisi ise sessizlik ve tepkisizlik. Bu tepkisizlik ve sessizlik hukuk tanımazları daha da cesaretlendiriyor. Daha da pervasızlaşıyorlar. Maalesef toplumun üzerine ölü toprağı serpiliyor.
Oysa bu zulüm karşısında insanım diyen hiç kimse dilsiz şeytan olamaz. Mutlaka her duyarlı insanın yaşananlara kendi çapında reaksiyon göstermesi gerekiyor. Çünkü bu faşist baskı ortamı bütün toplumu teslim almaya yöneliyor.
İşte Ali bu noktada isyanını ortaya koydu. Toplumsal tepkisizliğin üstüne, kurumsal sessizlik ve basiretsizliğin de eklendiğini görünce bunu kabullenmedi ve o tez canlılığıyla yapılabilecek belki en son eylem biçimine yönelip “Hukuksuzluk sürecine hukuk adına saygı duyulamaz” dedi. Aslında o silah yalanların, iftiraların, kan emicilerin üzerinde patladı.
Bizleri derin kederler içinde bırakma pahasına. Fakat gerektiğinde her vatanseverin bir silaha dönüşebileceğini, bu kadar örselenmeye itibarsızlaştırılmaya karşı Türk askerinin aslında asla teslim alınamayacağını onuru için neler yapabileceğini dosta düşmana gösterdi. Bu nedenle Ali esaretteki askerlerin komutanların bayrağı mihenk taşı olmuştur.
Onun bu isyanının önünde saygıya eğiliyor onu onurla ve özlemle anıyoruz. Rahat uyu Ali; divana da kalsa davan devam ediyor.