Katili Aramızda Dolaşıyor

Ali Tatar’ın katili, Yargıtay üyesi Süleyman Pehlivan hala firarda…

Gencecik bir subayın hayatının en güzel yıllarında ölüme gönderen acımasız katil, elini kolunu sallayarak aramızda dolaşıyor, büyük olasılıkla ve şimdi artık “poposuna” yapışmış ölüm korkusuyla da kılıktan kılığa giriyordur, hiç kuşkunuz olmasın.

Bunlar böylesine alçak ve onursuzdurlar…

Hatırlayalım önce Ali Tatar cinayetini.

Ağustos 2009’da o sıralarda Deniz Kuvvetleri Komutanı olan Oramiral Eşref Uğur’un önüne “amirallere suikast” başlıklı bir dosya konur. Dosyada, dönemin amirallerine suikast yapılacağı ihbarı vardır. Dosya isimsizdi. Muhbir vatandaşlarımızdan en “makbullerinden” biri, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Deniz Harp Okulu’nda örgütlenmiş bir organizasyonu ihbar etmekteydi ve bu isimsiz bir e-posta ile Eşref Uğur’un önüne kadar taşınmıştı.

Basireti bağlanmış TSK’nın en “aydınlık” kitlesini oluşturduğu düşünülen Deniz Kuvvetleri’nde de “cemaat” alabildiğine yoğun çalışmakta, iktidarla birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin göz bebeği orduyu hallaç pamuğu gibi dağıtmaktaydı.

Ali Tatar da kim oluyordu ki?

Sonradan yargının tepesine kadar tırmandırılmakla ödüllendirilecek Süleyman Pehlivan için yüzlerce Ali Tatar “göz kırpılmadan” feda edilebilirdi.

Savcı Süleyman Pehlivan hemen kolları sıvadı ve ihbarı kendi hazırlamış kadar “ciddi” bularak soruşturmayı başlattı. Soruşturmanın polise düşen kısmını ise TEM Şube Müdürü Yurt Atayün yürütüyordu.

Ali Tatar için kaçış yoktu…

Beşiktaş Terör Örgütü’nün “acar” savcıları tarafından 5 Aralık 2009’da gözaltına alındı. Ali Tatar’ın birinci özelliği Cumhuriyet Ordusu’nun şerefli bir üyesiydi ve daha da önemlisi Alevi olmasıydı.

Soruşturma ve gözaltılar “uyuşturucu ve fuhuş çetesi” diye başladı, sonra “amirallere suikast” dosyasına dönüştü ve sonunda Poyrazköy dosyası ile birleştirildi.

Ali Tatar’ın dosyasında Alevi olduğu, Sivas’ın Gürün ilçesinin Yuva köyünde doğduğu, köyün PKK sempatizanları ve anarşistlerle kaynadığı, annesi Elife ile babası Halife de terör örgütü üyeliğinden sabıkalıydı.

İşte Ali Tatar böylesine tehlikeli(!) bir ailenin çocuğuydu ve “yok edilmeliydi…”

MAHKEMEDE DE BAŞKA BİR “SÜLEYMAN”

Savcıların savcısı Süleyman Pehlivan hemen bir tutuklama talebi hazırladı ve Ali Tatar’ın tutuklanması için talebini İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. Orada da bir başka “Süleyman” bekliyordu zaten. 10. Ağır Ceza nöbetçi hakimi Davut Bedir, Ali Tatar’ın tutuklanmasına hiç düşünmeden karar verdi. Ali Tatar’ın avukatı Nuri Tezel bu tutuklamaya itiraz etti. Nuri Tezel itirazında, bir askeri birliğin içinde, komutanın bilgisi dışında bir toplantı yapılmasının olanaksız olduğuna dikkat çekiyordu.

Ali Tatar ile ilgili 29 Haziran 2009’da gönderilen isimsiz ihbar mektubunda dayısı Hüseyin  Tatar’ın PKK’lı olduğu öne sürülüyordu. Oysa bilindiği kadarıyla Ali Tatar’ın bu isimde bir dayısı yoktu. Babasının adı Hüseyin’di, doğru, ama o da çok önceleri ölmüştü.

Beklendiği gibi, “yürekli” savcımız, geleceğin yüksek yargı üyesi Süleyman Pehlivan Ali Tatar’ın tahliye talebine karşı çıktı, ama 11. Ağır Ceza Mahkemesi yargıcı Bülent Akasma 16 Aralık 2009’da Ali Tatar’ın tahliyesine karar verdi.

İnsan hayatlarını birer lego parçası gibi görüp, istediği zaman darmaduman edeceğine inanan savcımız Süleyman Pehlivan, kendisine verilen(!) görevi tamamlamayı aklına koymuştu bir kere…

Ali Tatar’ın tahliyesinden bir gün sonra Süleyman Pehlivan 11.Ağır Ceza mahkemesine itiraz ederek, Ali Tatar için yakalama emri çıkartılmasını talep etti. 11 Ağır Ceza Mahkemesi oy çokluğuyla Ali Tatar’ın yeniden tutuklanmasına karar verdi.

Ancak Ali Tatar’ı yeniden tutuklamak mümkün değildi artık…

Şöyle yazmıştı veda ederken:

“İçim buruk. Bana bu oyunu oynayanlara ve sahip çıkmayanlara kırgınım. Yaşadıklarımı ikinci defa kaldırmam mümkün değil… Hukuksuzluk sürecine hukuk adına saygı gösterilemez. Bu şekilde giderseniz ne yönetecek bir ordu, ne yaşayacak cumhuriyet, bir ülke bulamayacaksınız. Şunu bilin ki, en küçük suçu ve günahı olmayan ben bu yapılan hukuksuzluğa isyan ve bu karanlığa bir nebze ışık olabilmek için hayatıma son veriyorum.

“Sizlerin başını eğecek hiçbir şey yapmadım. Başınızı dik tutun. Ben, bana yapılan bu haksızlık ve hukuksuzluk sonucu o deliğe bir daha girmektense mezara girmeyi tercih ederim. Bu şekilde ölmeyi hiç istemezdim. İnsanın kendi eliyle hayatını sonlandırmasına önce ben karşı çıkardım. Kader böyleymiş, hakkınızı helal edin.”

Onuru için intiharın çok kolay bir iş olduğunu sanan dönemin yalaka ve Cemaatçi basını Ali Tatar’ın “mermiye kafa attığını” bile yazacak kadar aşağılaştı.

Açıkça bir cinayet işlendi ve katili hala aramızda dolaşıyor…

Ölüm korkusunun ne olduğunu ensesinde hissediyor ve Ali Tatar kadar yürekli ve onurlu olamadığı için ürpertisini kılcal damarlarında hissediyor. Başkalarının hayatlarına son vererek tırmandığı sözde “adalet” basamaklarındaki tırmanışının aşağı inen kısmına geldiğini de biliyor.

Kardeşi Ahmet  Tatar hasretle bekliyor Süleyman Pehlivan’ı…

Yolunu gözlüyor…

Kardeşinin katilinin gözlerinin içine dik dik bakmayı, onunla göz göze gelmeyi bekliyor…

İşte ölümden de beter an bu ve Süleyman Pehlivan da bunu çok iyi biliyor, o yüzden ölümüne korkuyor.

25 Temmuz 2016

Mümtaz İdil

Odatv.com

Scroll to Top