Değerli dostlar,
Hakka yürüyüşünün 8. Yılında onu anmak için bir kez daha Ali Makamındayız. Yine bizleri yalnız bırakmadınız. Ele ele, gönül gönüle, bilerek, anlayarak Ali’yi, onun isyanının bir kez daha sizlerle yad ediyoruz.
Divani Baban bir dörtlüğünde şöyle diyor;
“Yazık Ki Ne Yazık Dostlar, Geçip Giden Zamana
Karanlıktan Aydınlığa Bir Yol Alınmaz Oldu.
Madem Her Şey İnsan İçin, Her Şey İnsandan Yana,
Hani Hak, Hukuk, Adalet, Nerede Bulunmaz Oldu”
Evet zaman geçip gidiyor ama ne hak ne hukuk ne de adalet yerini bulmuyor. Ama biz inatla hukukun üstünlüğünü savunuyor ve ısrarla adalet istiyoruz. Bundan vazgeçmeyeceğiz. Zira ne haklılar hakkını aldı; ne de suçlular cezalandırıldı.
Yüreklerimiz yaralı. Yaşadıklarımızın tümü, hala tazeliğini koruyor. Kısa zamanda yaşananlara tanık olan tüm duyarlı insanların ruhunda derin travmalar var ve belli ki, bunu ömür boyunca taşıyacağız.
Öte yandan her şeye rağmen hayat devam ediyor. Zaman akıyor ve bizler bu sürecin bir parçası olarak yılları geride bırakıyoruz. Fakat Maalesef birçok dostumuzun bazı şeyleri çok çabuk unuttuğunu görüyor ve üzülüyorum.
Oysa, arada bir hafızamızı tazelediğimizde hayat saatinin yavaşladığını, yaşadığımız acıların ağdasına yapışıp kaldığını görüyoruz.
Bu acılı, hukuksuzluk dönemin tanıkları olarak, örneğin Kuddusi Okkır’ın bu dünyaya son kez bakarken, gözleriyle anlatmaya çalıştıklarına takılıp kalıyoruz.
Murat Özenalp’in kızı Duru’ya dünyanın Mamak’tan öte olduğunu anlatmak ve zindanı bir çocuk bahçesine çevirmek isterken yaşam saatinin durmasını hatırlayıp, onunla birlikte Mamak avlusuna çöküveriyoruz.
Cem Çakmak’la birlikte hücrenin lumbuzundan geri dönüşsüz maviliklere firar ediyoruz. Onun o bütün beyefendiliği ile, hastalığı yeneceği inancıyla, Vardiya meydanlarında bizlere sarılamamasını burkularak hatırlıyoruz.
Ve bir 19 Aralık sabahı, kulakları sağır eden mermi sesi, sanki Ali Tatar’dan önce bizim beynimizden geçiyor. Bir insanın son sözünü canıyla söylemesi karşısında irkiliyoruz.
Çünkü artık havaya söylenecek söz kalmamıştır. Yazılan hiçbir kağıt adresine ulaşamamakta, gerçekler bir mercekle kırılıp başka bir hale sokulmakta ve başka bir biçimde yansıtılmaktadır insanlara. Kulaklar sağır olmuştur. Gözler görmemektedir
Sanaldır her şey. Klavyeler çalışmakta, bilmem hangi proğramın hangi özelliği ile bir büyük “kumpas” organize edilmekte ve hayatlar karartılıp, devlet yeniden tasarlanmaktadır.
Ama insan hayatı gerçektir canlar. Eti et, kanı kandır.
Gerçektir ve yaratılan sanal yanılsama karşısında masumların elinde kalan sadece canlarıdır. Yüreği ellerine düşmüş ve hala çarptığına hayretle bakanlardan biridir Yarbay Ali Tatar.
Koyu bir karanlığın orta yerinde bir can pazarındadır. Bir mal gibi alınıp satılmakta, vahşi bir av partisinin canlı figüranları yerine konmaktadır canlar. Avcılar ekranlarda, avcılar klavyelerinin başlarında; avlarının peşindedirler. Sadistçe bir zevkle, masumların sahte mahkemelerde kendilerini korumaya çalışmalarını, üzerlerine atılan ağlardan, kurulan tuzaklardan kaçmaya çalışmalarını izlemektedirler.
Her hamleye uygun bir sanal önlem vardır ellerinin altında. Sözde adalet işini yapmakta, suçlular yargılanmakta, vesayet bitirilmekte, memleket arınmaktadır
İşler yolundadır. Arkalarında ne isterlerse veren bir siyasi iktidarı vardır. Gönüllü savcılar türemiştir ve adalet mekanizmasına tamamen hakim olmuşlardır. Medyayı istedikleri gibi yönlendirmektedirler.
Oynanan oyunun hem yazarı, hem yönetmeni, hem oyuncularıdırlar. Bu oyuna “Ergenekoncu, Darbeci” damgasını yemek istemeyen herkes, itirazsız, gerektiği yerde katılmak zorundadır. Seyirciyken sanık olmak olağan hale getirilmişti.
İşte tüm bu yaşananlar karşısında görev, insanlık onuru savunmak ve bunun bedelini ödemekti. Bu görevin gönüllüsüdür Yarbay Ali Tatar. Oynanan oyunu bozandır. Kendilerini en güçlü hissettikleri, her şeye hakim, her şeyi yönetebildiklerini düşündükleri anda, çektiği tetikle sanal kurguyu kökünden sallayandır Ali Tatar.
Değerli dostlar,
O gün, o kurşun sesi ağır ağır, ama hiç kaybolmadan yaşamın derinliklerine doğru yol aldı. O ses hala yolculuğuna devam ediyor. Bizler ise o sesin izini belirginleştiriyoruz sadece.
Kendi umutsuz ıssızlıklarında bir başına kalmışlara umut uzakta değil, “Dadaloğlu şimdi geçti buradan” diyoruz.
Zalime eyvallahımız yok. “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir” Hak yolunda, halkın yanında her biri bir efsane olan Köroğlunu, Dadaloğlunu, Pir Sultan Abdalı bu topraklardan bitiremezsiniz diyoruz. Günü gelmiş ve bu kez Yarbay Ali Tatar kisvesinde zuhur etmişlerdir yeniden.
Efsane sanma gerçektir. Bir çığlık eşliğinde geleceğe ulak salınmıştır. İçine canını koymuştur Ali Tatar.
Bize düşen korumak, canlı tutmaktır bu mesajı. Yükümüz ağır, ama bir o kadar da onurlu ve değerlidir.
Alana, taşıyana, kıymet bilip değer verene, insanlık adına saklayıp, koruyana aşk olsun.
Cümle canlara aşkla niyaz ederim.